Kataliz ve Katalaksi: 90’lar Elektronik Müziğinin Psikopolitikası

90’larda müzik, özelinde tam teşekküllü hâliyle neoliberalizmin, genelinde ise siyasal-iktisadi bir sistematik ya da yönetimsellik biçimi olarak kapitalizmin semptomu hâlini almıştı. Kapitalizmin soyut dinamikleriyle kavuşuyor, onlarla yankılanıyor, çınlayıp tınlıyordu. Bu dinamiklerin genel eğilimi, daha doğrusu programı ise bellidir: Sermayeyi dünyanın mümkün en uzak ve ıssız, yabancı kenar köşelerine, Asya’dan Afrika’ya, oradan bugün Avrasya olarak adlandırılan kıta sahanlığına kadar, hatta ötesine dek yaymak, ulaştırmak. Soyutlamayı önceleyen ve ön plana alan bu perspektiften bakıldığında, 90’ların müziği küreselleşme sürecinin bir parçasıdır ki bu, yani küreselleşme, sermayenin yeryüzünün tamamını yutmasından başka bir şey değildir; üstüne kurulu olduğu ve çok boyutlu temelini bulduğu kültürel dünyanın tamamıyla birlikte tabii. Bu ayrıca öyle bir çağ idi ki kültür sahasındaki her bir şey haşin ve hunhar bir amalgamasyon sürecine sokuluyor ve ‘saflık’ adı verilen (ve hep hipotetik kalan) hâl reel ya da sanal tüm biçimleriyle canavarsı melezliklere yerini bırakmak üzere yok olup gidiyordu. Kuşkusuz ki müzik de bu bağlamda bir istisna değildi. Küreselleşmenin akıbetini söz konusu etmeden 90’lar elektronik müziğini tartışmak tam da bu nedenle imkânsızdır; koca bir melez müzik ya da müzik kompleksi olması hasebiyle.

Müziğe bu perspektiften bakıldığında, birden çok yönden ve yolla jungle elverişli bir model oluşturur. Apaçık Afro-Amerikan nitelikleri, reggae ve breakbeat’in bir bileşimi olması, geleneksel Afrika ritimleri ile elektronik beat’leri eşlemesi, hatta dancehall’u temellük etmesi dolayısıyla jungle şüphesiz ki ancak 90’larda hayal edilebilir, dolayısıyla gerçekleştirilebilir bir müzikti. Ama aynı zamanda küreselleşmenin bir diğer veçhesini de yansıtır jungle ki bu veçhe melezleşmeden ziyade ivmelenmede bulur temelini. Jungle her şeyden evvel hızlı bir müzikti; yüksek tempoya sıkı sıkıya bağlılığı ve değişkenlik arz eden ritmiyle, yani hem yapısal hem de biçimsel açıdan. Bu nedenle, onun süreminde, diyelim ki zaman akışında, hareketinde kesintilere, eslere neredeyse hiç yer yoktu; sadece süratte göreli ve görece başkalaşımların söz konusu edilebildiği bir ritim-tempo kompleksiydi jungle’ınki (Hive’ın Bedlam’ı mükemmel örnektir bu bağlamda). Yarattığı ritim algısı ve duygusu sesin sürekli dinamikleştirilmesine dayalıydı ki bu da onun etrafını kaplayan, dönüşlü olarak da onu tanımlayan sosyopolitik zeminle, kısacası sistemle ilişkiliydi; yani hız, rekabet ve ivme tarafından tanımlanan post-neoliberal kapitalizmle. Zamansal nitelikleri ve hıza duyduğu ihtiyaç, hız üstünden tanımlanışı, bir bakıma içine doğduğu sistemin mantığından ileri geliyordu jungle’ın; dromolojiden. Hıphızlı bir dünya yavaş bir müzik pek tabii doğurmayacaktı.

Aslına bakılırsa, jungle ve geç 90’larda tam olgunlaşmış hâliyle var olan diğer ‘dans müzikleri’, hatta bu müziklerden sonra gelen, onlardan şu ya da bu şekilde ilham alan tüm bu tipte ve türde müzikler ivmelenmeyle ve bir süreç olarak çapraz mutasyonla alakalıdır. Müziğin, özellikle de elektronik müziğin bu on yılında, bu çağında söz konusu olan, sesin sürekli kataliziydi, yani tezleştirilmek suretiyle uçlarına itilmesiydi ki bu, daima evrim hâlinde olan bir janr mantığı ve ses akış hızının aşırılaştırılmasıyla sağlanacaktı. Diğer bir deyişle, müziğin çok yönlü bir yoğunlaştırılmasına ihtiyaç duyulmuştu ve bu da zamanla norm hâlini almıştı. Tam da bu nedenle 90’lardaki çoğu janr birbiriyle benzeştir ve fazlasıyla yakınsar. Çağın modus operandi’si, hareket tarzı ivmelenmeye sıkı sıkıya bağlandığından, çağın müziği de tüm veçheleriyle aynı belirlenimin birer ifadesi hâlini alacaktı; tabii –tanımı ve doğası gereği ivmelenmenin artan bir şey olması hasebiyle– birbirinin yerini de almak şartıyla. Janrlar arası olduğu kadar janrlar üstü bir ivmelenme mantığı.

Bu açıdan bakıldığında jungle’ın drum and bass’a (DnB) mahal vermesi ve yer ve yol açmasının nedeni bellidir: DnB, jungle’a kıyasla çok daha yoğun ve 90’ların orta döneminin vibe’ını yakalamak söz konusu olduğunda çok daha elverişliydi. DnB dijital perküsifliğe, dolayısıyla çok boyutlu ritimselliğe aşırı vurgusu, sesselliğinin amplifiye edilmiş doğası, ihtiva ettiği keskin sinyaller ve sürekli olarak artışa ve dinamizasyona dönük temposuyla merkezî 90’ların mükemmel bir soyutlamasıydı müzikte. Giderek Amerika’ya, oradan da dünyaya yayılan club kültürünün kazandığı momentumun bir ifadesi olduğu kadar özelleşmenin her tür sektöre (ve uluslararası bir erimde) yayılmasıyla kazanılan üretim ivmesinin ve tabii tüm bu süreci monitör eden savaş aygıtlarının, ‘görme teknoloji’lerinin gündelikleştirilmesinin (televizyon, bilgisayar) oluşturduğu kıyametvari hissiyatın ifadesiydi (mükemmel ifadesini Renegade Hardware’ın Armageddon’unda bulan bir hissiyat). Bu açıdan bakıldığında, 90’ların dans müziği janrlarının birbirinin minör değişikliklerle modifiye edilmiş versiyonları olduğunu söylemek imkânlı bir hâl alır, ama ayrıca söylenmesi gereken şey, bu janrların birbirini sesin akışını her daim hızlandırmak gayesi ve emeliyle modüle ettiğidir. Dolayısıyla, bu janrlar bir tür komplekstir, süreklilik arz eden şekilde hızlanıp duran sermaye akışlarıyla uyumlu bir karmaşık ağdır. Yani bir bakıma ritmik bir katalaksinin devre parçalarıdırlar.

Ama akışlar, sermaye akışları kuşkusuz ki onlarla uyumlu, hatta tam uyumlu bir hareket tarzından da ayrı düşünülemezdi. Bu dönemde, 90’larda, sözü edilen tüm müziklerin ‘dans müziği’ şemsiye terimi altında toplanmasının bir nedeni de vardı. Neden, onların ‘dans edilen’ müzikler olmasıydı tabii, ama tabii (her biri kendi payına, kendince olmak üzere) bir dans da olmasıydı basbayağı. Söz edilen janrlar, özellikle de İngiltere’deki rave sahnesi ile club kültürünün bir parçasıysa, bunun nedeni mümkün en somut ve toplu anlamda ‘hareket ettirici’ olmasıydı bu janrların. Bir bakıma katalizörlerdi bu müzikler, sağlayıcı oldukları kadar: Soyut ve sanal bir hareketin, her tür varlığın sınırsız ve sonsuz bir harekete, bir tür perpetual motion’a (Jarryci rüyanın mükemmel bir ifadesi) tabi kılındığı bir sürecin, kısacası sermaye alayının bir sonucu ya da uzantısı olarak dans müziği addediliyorlardı. Bu anlamda 90’lar dans müziği ‘dinleyici’lerinin dans ettiği şey, hem işaret düzeyinde hem de figüratif olarak sermayenin ta kendisiydi. İşte norm budur: Sermayenin akış hızında ve ritminde dans etmek. Go with the flow, ama bu sefer literal olarak: Bir siyasal-iktisadi soyutlama olarak müzik.

Tüm bunları hesaba katınca şunu söyleyeceğiz o hâlde: 90’lar müziği (bilinçli olsun ya da olmasın) politikti, ama tabii psişikti de. Özünde ve temelinde psikopolitikti diyelim. Bayağı tanımından azat ederek, yönetimsellik biçiminin ruha etki ettiği bir devreyi tanımlamak için değil, bu etkinin sistemik akışları görünür kıldığı bir dalga boyunu tanımlamak için işe koşuyoruz kavramı, yani psikopolitikayı. Yani meseleyi öznel değil nesnel yönüyle ele alıyoruz. İşbu müzikler politikti, zira ‘yeraltı’nda, sistemce dışlanmış kimseler tarafından, ağırlıklı olarak (en azından en başlarda) siyahiler ve translar tarafından (DnB’nin Detroit’i ve Chicago’su) üretiliyordu ki onlar için müzik yapmak bir ‘bireysel ifade’ olmaktansa bir tür ‘kolektif sözcelem düzenlemesi imalatı’ydı, yani bireye değil kolektiviteye adanmıştı. Ama tabii bu müzikler psişikti de, çünkü müziği yapanların ruhuna etki etmiş, zihnine işlemiş duygulanımların tortularının bir tür yansıması, hatta inkisarıydı ki bu duygulanımlar da sürekli davranış ve durum değişikliklerinin ve hareketteki ivmelenmenin her şey anlamında geldiği sistemin neredeyse mutlak gözüken hâkimiyetine bağlanıyor ve bir nevi onun izi hâline geliyordu. Bu bakımdan 90’lar elektroniği ya da elektronikası, gündelik hayata ve oradan da ruha pürüzsüz ve keskin bir şekilde tesir ve nüfuz eden sistemik işleyişlere göre ayarlanmış ve ayarlanmaya yazgılı bir müzikti ve tam da bu perspektiften psikopolitikti (yani dolaylı, pek dolaylı ve tabii sinsi olarak). Dolayısıyla, durmaksızın daha hızlı döner duran, heteromorfik ritimlerden oluşan, tüm arzu akışlarını daima büyüyen bir kapma devresinin içine hapseden bir dünyadan söz etmeksizin bu tip bir ‘müzikalite’den bahsetmek de imkânsızdır; zira bu müzikte rezone eden şey duyulabilir madde değildir yalnızca, ama dünyanın nabzıdır.

Bu nabız, diğer taraftan, en akut biçimleriyle hâlâ sezilebilir vaziyette. Eğer ki bugün anladığımız ve kanıksadığımız hâliyle elektronik müzik 90’larda kökünü bulduysa, hasıl olduysa, eğer ki bugün dahi neredeyse tüm elektronik müzik janrları ve alt-janrları 90’lar elektrosunun abartılı birer türeviyse, bunun nedeni, 90’larda müziğin, onu ihtiva eden, dolayısıyla üretimine mahal veren, yayılımını sağlayan, içinde tüketilebilir bulunduğu sisteme göre kendini yeniden modellemesidir. Dolayısıyla, bu müziğin, elektronik medya üstünden şekillenen zira ancak bu şekilde azami hıza, sürate, ivmeye kavuşacak müziğin toplu hâlde ve tüm aşırılığında günümüzde de yankılanmasına şaşmamalı. Durmaksızın gelişen müzik yapım teknikleri yoluyla ve ivmelenme ile melezleşme süreçlerinin spekülatif zirvesine varmasıyla, elektronik müziğin yapay nitelikleri günden güne daha da yoğun ve yoğuşuk bir hâl alıyor. Örneğin, hâlâ ortalıkta olmasına ve üretilmesine karşın, DnB’nin çoktan glitchcore’a alan açtığını, evrildiğini söylemek mümkün (Sewerslvt dinleyin). Bu da şu demek: Elektronun bozulmanın eşiğindeki bir makinenin sesselliğini model alması (2000’ler sonrasında ortaya çıkmış janrların çoğunda olduğu gibi). Bunun sonucunda, müziğin altında yatan sürecin, sesin mekanizasyonunun bir serencamı olarak, müziğin, giderek daha çok beyinsel, diğer bir deyişle daha az bedensel bir hâl aldığını, yani kendini jungle’dansa IDM’in hemhâl olduğu bir müzikal, hatta soykütük içinde konumlandırdığını ve böylelikle psişik karakterini nörolojik sahaya doğru genişlettiğini söyleyebiliriz (bkz. vocaloidler, algoritmik müzik ve yapay zekâ müziği). Kısacası şu an, yüz yüze olduğumuz şey farklı tipte, eski janrlardan öz niteliğiyle değil şiddet derecesiyle ayrışan, yeğinliği itibarıyla yabancı tarzda bir sesselliktir; 90’larda yalnızca bir bilim kurgu olan, bugün ise gerçekliğe dönüşen bir müzikal elektroniktir. Cerebro-machinic audiosphere.

Comments are closed.